Anne Babalar Buraya

HAVADA DENİZ- MACERA DOLU ADA ZANZİBAR

Uzun zamandır babama Afrika'ya gitmek için baskı yapıyorduk. Sonunda babam bizi havalara uçuracak (gerçek anlamda) haberi vermek için odamıza geldi.

"Zanzibar'a gidiyoruuuuz!"

-İyi ama Zanzibar neresi?

-Eh bu da sizin göreviniz. Bakın bakalım neresiymiş.

Görev belirlenmişti: Zanzibar araştırılacak! Zanzibar Afrika kıtasının doğusunda yer alan bi adacık. Aslında Tanzanya'ya bağlı. İki ayrı ada olduğunu öğrendim:

Pemba ve Zanzibar adası.

Adada Svahili dili, İngilizce ve Arapça konuşuluyormuş. Heyecanla uçakta yerimizi aldık. Bekle bizi güzel ada biz geliyoruuuuuz!

İstanbul'dan Zanzibar uçuşu yaklaşık 7-8 saat sürdü. Forodhani Bahçesi çevresinden başladığımız yürüyüşümüze Stone Town sokaklarında kaybolarak devam ettik.

Zanzibarlılar öyle tatlı insanlar ki neredeyse her karşılaştığımız kişi bize gülümseyip selam verdi.

Bir ara futbol oynayan çocuklarının oyunlarına karıştık. Bizi de oyuna aldılar. Topun peşinden öyle heyecanla koşturuyoruz ki bir anda okyanusun bir ucunda başka bir ülkede olduğumu unutuyorum. Mahallede kendi arkadaşlarımlayım sanki.

Stone Town'da evlerin kapıları öyle güzel ki insanlar evlerinden önce kapıları yaptırıyormuşlar. Kapıların pek çok anlamı da varmış. Kimdir, nedir bu kapılardan anlaşılıyor.

Bu arada Stone Town'un UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde olduğunu öğrendim.

Öyle güzel bir yer ki ben de kendi Harikalar Diyarı listeme alıyorum. (Yeni bir liste yaptım. Dünyanın en güzel yerlerini not ediyorum.)

Yüzümüzü denize dönüp yürümeye başladık, hemen karşımızda Stone Town Balıkçı Limanı. Buradan balıkçı teknesine binip karşımızdaki Prison Island'a gidiyoruz. Burası HİNT Okyanusu'nun ortasında bir hapishane adası.

Bizim merak ettiğimiz ise Seyşellerden gelen dev kaplumbağalar.

Eskiden buradaki köleler bu adaya gönderiliyormuş. İsyancı köleleri ise tutsak ediyorlarmış. Bir dönem de sarı humma adında çok kötü bir hastalık nedeniyle karantina adası olarak da kullanılmış.

Bu adaya Changuu Adası da deniyor. Adı bölgedeki changuu balığından geliyormuş.

Buradaki dev kaplumbağalar Derya ile ilgimizi çekiyor. En yaşlısı 193 yaşında olan bir sürü kaplumbağa var. Ve gerçekten deeeeev gibiler! O kadar ağırlar ki bin kiloyu aşıyor kiloları. Kaplumbağaların yaşları sırtında yazıyor hepsine çok şaşırdık.

Akşam merkezde Hint restoranlarından birinde karnımızı doyurduk. Dünyanın hiçbir yerine benzemeyen bir yer burası. Çeşitli milletlerden izler bulduk.

"Arap, Hint, Pers, Avrupa ve Afrika kültürleri iç içe geçmiş."

Bu durum annemin o kadar çok ilgisini çekti ki bu cümleyi neredeyse beş kere falan kurdu. 😊 Ertesi gün eşyalarımızı toplayıp Nungwi Bölgesi'ne doğru yola çıktık. Babam acele edince şoför ona "Pole Pole" dedi. Sıkça duyduğumuz ifade "yavaş yavaş" demekmiş. Telaşla bir şey yapmaya çalıştığımız her an Zanzibarlılar bizi uyarıp gülerek "Pole pole" dediler.

Deniz, kum, güneşin tadını çıkaracağımız Nungwi'de otele yerleştikten sonra okyanusa doğru koşmaya başladık. Zanzibar'da sık sık gel-git yaşanırmış. Sabah kalktığınızda gördüğünüz denizi akşam bulamazsanız şaşırmayın, dediler.

Gel-giti hiç anlamıyorum. Deniz nereye gidebilir ki?

Şnorkellerimizi iyi ki yanımıza almışız. Zanzibar'ın denizi rengarenk balıklarla dolu. Öyle çok eğlendim ki. Kayıp Balık Nemo'yu burada buldum! Peşine düştüm, tam Derya'ya göstermek için yakalayacakken gel-git yaşadık.

Eh deniz gidiyor Nemo neden kalsın?

Öğleden sonra kırmızı Kolombus maymunlarını görmek için yola çıktık. Adanın ortasında olan Jozani Ormanı'nda yaşayan bu maymunlar diğer maymunların aksine 4 parmaklılar. Ormanlarda bir de adayı tsunamiden koruyan mangrov ağaçlarını gördük. Ağaçların köklerini de görebiliyorduk.

Öyle ilginç duruyorlardı ki, Derya ilk gördüğünde korktu. Sonra adayı koruduklarını öğrenince korkusu geçti hatta köklerine dokunmak bile istedi.

Akşam yemeği için The Rock'a gidecektik. The Rock dünyanın en ilginç restoranlarından biri çünkü okyanusun tam ortasında!

Hint Okyanusu'nun ortasında bir kaya parçasının üzerine kurulu olan bu yerin adına "kaya" anlamına geldiği için The Rock konmuş. Burası eskiden balıkçı barınağıymış ama sonra restorana dönüştürmüşler. İyi ki de dönüşmüş öyle değişik ki! Okyanus gel-gitle çekildiğinde restorana yürüyerek de gidiliyormuş. Biz gittiğimizde sular yüksekti ve tekneyle gittik. Restoranda balık yedik.

Hepimiz yediğimiz balıklara bayıldık.

Ertesi gün ilk durağımız Nakupenda Adası'ydı. Bu adaya da balıkçı tekneleriyle gittik. Teknedeki Zanzibarlı abiler öyle keyifliydi ki hep birlikte şarkılar söyledik, fotoğraflar çektik. Nakupenda Adası bembeyaz kumlardan oluşan bir ada. Biz tam gittiğimizde adanın beyaz kumlarına kuş sürüsü konmuştu.

Onlara doğru koştuğumda uçmaya başladılar. Okyanusun tam ortasında bembeyaz kumsalda kuşlara doğru koşuyordum. Neyse ki annem videomu çekmiş. Öyle güzel görünüyorduk ki. Buraya ada dediğime bakmayın bir başından bir başına 2-3 dakikada yürünüyor.

Elimize kocaman deniz yıldızları aldık, yüzdük, bol bol daldık, fotoğraf çekindik.

Zanzibar'da birkaç gün daha vaktimiz vardı. Bütün günlerimizi dolu dolu geçirdik. Gitmeden önce yüzüm öyle asılmış olacak ki taksici yüzüme bakıp Hakuna Matata! dedi. Daha önce Aslan Kral çizgi filminde duymuştum ama ne demek istediğini bilmiyordum. Boş boş suratına bakmış olacağım ki annem gülümseyerek "Üzülme, kafana takma demek istiyor" dedi. Bir anda gülmeye başladım. Zanzibar'a veda ederken bile üzülmem mümkün değildi.

Çünkü Hakuna Matata!!!!

🖊 Nilüfer Taktak

🎨 Feyza Eryüksel Koyunoğlu