Anne Babalar Buraya

HAVADA DENİZ- SAHRA ÇÖLÜ'NDE BAMBAŞKA BİR MACERA

Marakeş'e gitmeden önce uzun uzun Küçük Prens okumalarımdan bahsetmiştim sanırım. Küçük Prens bir süredir Derya ile sık sık okuduğumuz bir kitaptı. Taaa ki babam Sahra Çölü'ne uzanan Marakeş'e gidebileceğimizden bahsedene dek çöle gitmeye bu kadar yaklaştığımızı bilmiyorduk.

İşte sonunda biz de Küçük Prens gibi Sahra Çölü'ne gidebilecektik.

Marakeş'le vedalaşmak zordu. Büyülü kırmızı şehir beni kısa bir zaman içinde içine çekmişti. Çöle gitmeyi o kadar çok istiyor olmama rağmen suratım düşmüş olacak ki annem "Çöle gitmek istediğini sanıyordum" dedi. "İstiyorum ama bu vedalar ne zor, hala alışamadım." dedim. Annem gülümseyerek "Veda etmiyoruz ki hepsi bizimle geliyor bak" dedi. Ne kadar haklıydı, Marakeş'i görmüştüm ve artık belki resimlerimi, yazılarımı süsleyen kırmızı şehir olacaktı.

Şimdi ise uçsuz bucaksız çöle yol alıyorduk işte...

Fas'tan Sahra Çölü'ne gitmek için en uygun yer Marakeş. Diğer şehirler çöle daha uzak ve gitmesi çok uzun sürüyor. Çöl turunu şehir merkezinde bir yerden satın aldık. Bir gecelik ya da birkaç gecelik seçenekler mevcut. Biz tek gecelik olan seçeneği tercih ettik. Marakeş'te otelimizin önünden sabah erkenden bizi bir minibüs alacaktı. "Amaaaan ha geç kalmayın" dedi tur şirketindeki adam.

Ertesi gün sabahın ilk ışıklarıyla kalkıp otelin kapısına inip aracımızı bekledik. Araç geldiğinde içinde birkaç kişi daha vardı. Bizden sonra üç kişiyi daha aldık ve yola koyulduk. Çok erken olduğu için henüz kimse birbiriyle konuşmuyordu, ayılamadılar herhalde. Tabii Derya hariç! "Çöl ne demekti? Neden kumlar vardı? Kumlar kaç taneydi?" Her şeyi ama her şeyi sordu.

Bir süre sonra uyuyor numarası yapmak zorunda kaldım!

Biz Merzouga'ya gidecekmişiz. Sahra Çölü'nü görebileceğimiz en güzel nokta orasıymış. Doğrusu öyle merak ediyordum ki arabanın her tıkırtısında midemdeki kelebekler zıp zıp zıplıyordu.

Çöle giderken yol üstünde göreceğimiz pek çok şehir olacakmış. Bunlardan ilki için durakladık. Yol boyu Atlas Dağları bize eşlik ediyordu. İlk durağımızda her yer argan ağaçlarıyla doluydu. Kadınlar argan yağı yapıp satıyordu. Argan buralarda çok önemliymiş. Annem kendine ve arkadaşlarına bol miktarda yağ satın aldı köylü kadınlardan. Biz de yanımıza su alıp yola devam ettik.

Yol üstünde bir şeyler atıştırmak ve ihtiyaç molalarımız için birkaç kere daha durduk. Uykumuz iyice açıldığından turdaki insanlar da birbiriyle kaynaşmaya başlıyor. Turda tek başına dünyayı gezen Amerikalı bir kadın ve yine yalnız olan Yeni Zelandalı bir adam, İngiliz ve Arjantinli bir çift var. Hepsiyle tek tek tanışıp konuştum. En çok Arjantinli abiyle muhabbet ettik. Hatta uğradığımız köylerden birinde bakkaldan bize birer çikolata bile aldı.

Bir sonraki durak: Ouarzazate. Burası o kadar çok Hollywood filminde kullanılmış ki rehberimiz saydığında herkes çok şaşırdı. Çağrı, Nil'in Mücevheri, Mumya, Gladyatör, Büyük İskender, Babil gibi filmlerin bir kısmı burada çekilmiş. Gerçekten film stüdyosu gibi ama çok sıcak.😀

Bulduğum her gölgede nefes almaya çalıştım.

Uzuuun yolculuğumuz sonunda Merzouga'ya vardığımızda bizi arabadan indirdiler. Upuzun boylu birkaç Berberi uzuuun entarileriyle yanımıza geldi. (Burada yaşayan insanlara Berberi deniyor)

Çöle gitmeden önce bizi kum fırtınasından koruması için başımıza şallar doladılar. Şalın çöle uygun nasıl bağlanacağını bilmediğimiz için herkes kendini Berberilere bıraktı.

Ve en işte heyecanlı bölüm: develeeeeeer!

Evet yanlış duymadın develerle çöle gideceğiz, gerçek gezginler gibi. Herkes birer deveye bindi ama Derya ve beni aynı deveye bindirdiler. Develerle uzuuun uzuuun çölün derinliklerine doğru gitmeye başladık. Öyle heyecanlanmıştım ki bir ara nefesimi tutup hiç bırakmadığımı fark ettim. Çölün derinliklerine geldiğimizde bizi birkaç çadır karşıladı. Kocaman siyah bir çadır ve yanında küçük çadırlar.

Bu geceyi burada geçirecektik.

Çadırda kalacağımızı görünce heyecanım katlanarak arttı. Ah söylemem gerekir ki devede o kadar uzun yol gitmek hiç kolay değildi! Birkaç dakika yürümekte bile zorlandım. Derya "Ben deveyle dönmem yarın" diye mızmızlandı. Neyse ki deveye binmek istemeyenler özel araçlarla gidebiliyormuş. Belki ben de dönüşte arabaya binmeyi düşünebilirdim. 😀

Çöle vardığımızda akşamüstü olmuştu. Yol neredeyse bütün günümüzü almış! Uçsuuuz bucaksız çölü gördüğümüzde ne yapacağımızı şaşırdık. Derya kum tepelerine koşarken bir tanesinde yuvarlandı!

Ayakkabılarımı çıkarıp kuma çıplak ayaklarımı değdirdim.

Kumun sıcaklığı yavaş yavaş geçmeye başlamış etraf da soğumuştu. Çöl iklimi böyle oluyormuş. Gündüz çoook sıcak geceleri ise soğuk. Çölde üşüyeceğimizi tahmin etmezdim. Çadırlarımıza eşyalarımızı bıraktıktan sonra büyük siyah çadıra geçtik. Ortada kocaman bir yer sofrası vardı. Berberiler önce yemek dedi. Tajin'ler, kuskus'lar geldi sofraya. Herkes bir güzel doyduktan sonra hava da iyice kararınca dışarı çıktık. Dışarısı öyle güzeldi ki her yer yıldızlarla kaplıydı. Üstümüzü koca bir yıldız yorganıyla örtmüşlerdi sanki...

Berberiler bizi kampın ortasına çağırdı. Hep beraber yerel enstrümanlarıyla bir şeyler çalmaya başladılar. Bir başka turla gelen Brezilyalılar da gitarlarıyla onlara eşlik etti. Dinlerken Fas'ın ünlü nane çayını yudumladık. Yıldızlara daldım tekrar. Böyle bir gecede kıpkırmızı ayın yükselişini izledim. Çölde gecemize ay doğuyordu.

Ayın ilk kez doğuşuna şahit olmuştum. Tıpkı bir güneş gibiydi... Her yer kıpkırmızı oldu ve herkes bir kez daha büyülendi.

Küçük Prens'in Sahra Çölü nasıldı bilmiyorum ama benimki beni kendine hayran bıraktı!

🖊 Nilüfer Taktak

🎨 Feyza Eryüksel Koyunoğlu