Anne Babalar Buraya

HAVADA DENİZ- RENGARENK ŞEHİR MARAKEŞ

Son günlerde Derya ile Küçük Prens üzerine konuşmaya bayılıyoruz. İkimizin de en sevdiği kitaplardan biri. Sahra Çölü'ne düşen bir pilotun Küçük Prens ile karşılaşmasını konu alan bu kitabı ikimiz de okuduk. Anlattığı dünya bizi büyüledi ama merak ettiğim bir şey vardı.

Bu kadar dünyayı geziyoruz evet ama o kocamaaaan Sahra Çölü neredeydi?

Hemen anneme sorduk, annem de bize anlatmaya başladı. Sohbetimize kulak misafiri olan babam "Aaa Sahra Çölü'nü içine alan ülkelerden biri de Fas, biliyor musunuz çocuklar…" dedi. "Evet, annem söyledi." dedim. "Pekiii Fas'ın en acayip şehri Marakeş'e gitmeye ne dersiniz?"

Eh soru mu bu şimdi, Derya da ben de havalara uçtuk!

Biliyorsunuz gitmeden gideceğimiz yerle ilgili araştırma yapmaya bayılıyorum. Sahra Çölü ile yakından ilişkisi olmasa da Marakeş'in kendisi bile başlı başına koca bir masala konu olabilir. Öyle ilginçlikleri varmış ki! Okudukça daha çok şey gördüm ve bizi orada yılan oynatıcılarının, masalcıların, maymunların beklediğine inanamadım.

Marakeş "Kırmızı Şehir" olarak biliniyor.

Çünkü evlerin hepsi kırmızı ve uzaktan bakıldığında bütün şehri kırmızıya boyuyor. Fas'ın ünlü dağları olan Atlas Dağları'nın eteğine kurulu bu şehir Fas'ın ilk başkentiymiş. Hatta Marakeş öyle önemli bir şehirmiş ki ülkeye eskiden Fas yerine Marakeş Krallığı deniliyormuş!

Meydanı UNESCO Dünya Mirası listesinde.

Yani hiç bozulmasın diye koruma altında! Haaa bir de Fas'ın diğer bütün şehirlerinin de rengi olduğunu öğrendim ve çok şaşırdım. Mesela uçağımızın indiği Kazablanka da beyaz şehirmiş! Kazablanka İstanbul arası uçuşumuz yaklaşık 5 saat sürdü. Bu süreçte babam bize biraz Arapça öğretmeye çalıştı ama sanırım pek başarılı olamadı. "'Keyfe haluke?' nasılsın demekmiş eh bir de teşekkür olan 'şükran'ı biliyorum bana yeter şimdilik" dedim. Bu olağanüstü çabam annemi ve babamı çok güldürdü.

Marakeş'e ilk girdiğimizde büyük surların içinden eski şehir kısmı olan tarihî Medina kısmına girdik. İçeri girdiğimizde Derya ile birbirimize bakakaldık. Sanki bir labirent oyununun içine düşmüştük. Otelimizi ararken girdiğimiz dar sokaklar, değişik kapılar bize sanki şehrin gizemlerini gösteriyordu. Otelimiz kocaman bir avlusu olan ve avlusunun tepesi gökyüzüne açılan bir riyad'dı. (Burada konaklanan bu eski yapıların adı riyad.) Tepemizde kuşlar uçuşurken odalarımıza yerleşip hemen kendimizi dışarı attık.

Jemaa El Fna Meydanı otelden çıkıp biraz yürüdükten sonra bizi karşıladı. İlk olarak meydanın hemen dibindeki şehrin en büyük camisi olan Kutubiye Camii'ne gittik.

Fas'ın cami minareleri beni çok şaşırttı. Yuvarlak değil, dikdörtgen bir kule şeklindeler.

Marakeş'in dar ve rengârenk sokaklarında kaybolduktan sonra eski şehrin kapısından çıkıp Majorelle Bahçeleri'ne gittik. Buraya annem çok gitmek istiyordu. Ünlü bir modacının yaptığı bu bahçenin içinde birkaç katlı masmavi bir yapı vardı. Hatta burası Majorelle mavisi adıyla nam salmış. Etrafındaysa egzotik bitkiler, kaktüsler, palmiye ağaçları ve nilüferlerden oluşan kocaman bir bahçe. Annem burayı o kadar sevdi ki bahçenin bütün noktalarında tek tek dakikalarca fotoğraf çekti!

Ardından Marakeş Müzesi'ni, Menara Bahçelerini, Bahia Sarayı'nı gezdik. Eh tek güne bu kadar çok şey sığdırdığımız için kurt gibi acıkmıştık.

Tarihi Medina'nın içinde oturup Fas yemeklerinden birkaç şey söyledik: tajin, kuskus, bastilla...

Hepsi birbirinden güzeldi ama ben en çok Tajin'i sevdim. (Tajin, bir sürü baharatın olduğu sebzeli ve etli güveçler. Aslında "tajin" bu toprak kabın adı.) Yemeğin ardından köpük köpük olan ünlü nane çaylarından içtik.

Geldik Marakeş'in eeeeen çok merak ettiğim kısmına. Akşam Jemaa El Fna Meydanı'nda saatlerce vakit geçirdik. Burası o kadar kalabalık ki insan nereye bakacağını şaşırıyor. Bir adam omzuma maymun koydu onunla fotoğraf çekindim. Bir başkası çaldığı kavalla önündeki yılanı hareket ettiriyordu. Yılanın bu dansı çok ilginç olsa da biz pek yanına yaklaşmadık.

Ama bu yılanların insan sevgisini görmeniz gerek. Herkesin boynuna dolanmak istiyorlar!

Etrafta dans eden sokak müzisyenleri, neredeyse her şeyi satan satıcılar, masal anlatıcıları, oyun oynayan insanlar, insanlar... Bu meydanda ve bu şehirde gördüğüm her şey beni çok şaşırttı. Bu meydana Marakeş'in kalbi diyorlarmış ne kadar doğruydu!

Ertesi gün erkenden kalkıp Küçük Prens'te geçen Sahra Çölü'ne doğru yola çıkacaktık. Aslında en başından beri çölü merak ediyordum. En sonunda çöle gideceğimiz için heyecanlı olsam da kırmızı şehre veda etmem gerekiyordu. Kim bilir belki bir gün yeniden karşılaşırız... Ve çöl yolculuğumu da anlatırım...

🖊 Nilüfer Taktak

🎨 Feyza Eryüksel Koyunoğlu