Anne Babalar Buraya

AİLENİN YENİ ÜYESİ

Mine'nin yanına gidince, anladık her şeyi: Miyavlama sesi, kırmızı arabanın ön tekerinden geliyordu.

(Aman yanlış anlaşılmasın! Miyavlayan tabii ki de tekerlek değildi. Tekerlek hiç miyavlar mı canım?Olur mu hiç öyle şey!)

Meğer bir yavru kedi, ısınmak için arabanın ön tekerine tırmanmış. Ama o kadar mini minicik bir kedi ki bu… Yüksek gelmiş ona tekerleğin üzeri galiba. O kadar yüksekten yere inmeye korkmuş. Ondan böyle acı acı,

"Kurtarın beni lütfen!"

der gibi miyavlıyordu demek.

Annem, kedinin bu halini görünce çok üzüldü. O kadar duygulandı ki, gözleri dolu dolu oldu birden.

(Düşünüyorum da… -Demiştim size sık sık düşünürüm diye!- Gerçekten de anne olmak bambaşka bir şey olmalı… Bir kedi yavrusuna bile hepimizden daha merhametli gözlerle bakıyor anneler.)

Annem, minik kediciği korkutmamaya çalışarak, küçük adımlarla yanına yaklaştı. Sonra, çok dikkatli bir şekilde, iki eliyle adeta kucaklayıverdi kediyi. Zaten kedi o kadar küçüktü ki annemin avuçlarının içine kolayca sığıverdi!

-Anneee! Bizim kedimiz olsun mu bu minik yavru?

Mine, büyük bir sevinç ve heyecanla böyle deyince, hepimiz birden dönüp yavru kediciğe baktık. Öyle masum bakıyordu ki yavru bize… Sanki o da bize bir şeyler söylemek istiyordu.

Ben de hemen annemin yanına gittim. Avuçlarının içinde duran bu minicik kediyi, onu incitmeden sevmeye başladım.

-Evet anne, bizim kedimiz olsun bu lütfen! Lütfeeeeen!

Babam, hemen duruma müdahale etti.

(Çünkü babalar hep böyle yaparlar… Duyguları çoktur ama hep akıl ve mantıkla hareket etmeye çalışırlar. "Soğukkanlı" olmak isterler... "Soğukkan" neresi bilmiyorum ama benim babam, doğma büyüme İstanbullu!)

-Durun bakalım çocuklar… Belki de annesini arıyordur bu yavru kedicik. Onu annesinden ayırmak istemeyiz, değil mi?

Bu sefer Mine'yle ikimiz, apartmanımızın bahçesinde koşturmaya başladık. Bir taraftan koşturuyor, bir taraftan da

"Gel pisi pisi!"

diye diye yavru kedinin annesini arıyorduk.




Bahçede birkaç tur attıktan sonra, nefes nefese babamın yanına geldik.

-Babacığım, görünürde hiç kedi yok. Demek ki bu yavru kedi annesini kaybetmiş. Tek başına ne yapar sokaklarda? Ne olur, bizim kedimiz olsun! Lütfeeeen!

Biz böyle deyince, babam düşünceli düşünceli anneme baktı. Minik kediciği hâlen avuçlarının arasında tutan annem de onun bu haline dayanacak gibi durmuyordu.

-Yılmaz, bu kadar düşünecek ne var? Eğer annesini bulursak, yine onun yanına bırakırız yavruyu…

Mine yine boş durmamış, annemin hazırladığı simit poşetini almıştı bu sırada eline. İçinden bir simit çıkarıp minik kediye uzattı sonra.

-Belki de açtır… Biraz simit yesin, martılara veremedik nasılsa…

Elindeki kocaman simidi, neredeyse simit büyüklüğündeki kediye uzatan Mine o kadar komik görünüyordu ki… Kahkahalarla gülmeye başladık onun bu halline!




Minik kedi ise çoktan uyuyup kalmıştı annemin avuçlarının arasında. Simit mimit yiyecek hali yoktu!

-Tamam tamam… Haydi, eve çıkartalım da rahat rahat uyusun o zaman kedicik…

-Yaşa baba!

Martılara simit atmaya gidecekken, şimdi kucağımızda yavru bir kediyle dönüyorduk evimize…

Peki, adı ne olacaktı bu yavru kedinin?

Hemen güzel bir isim düşünmeliydim ailemizin bu en yeni üyesine!

🖌 Doğukan İşler
🎨 Zeynep Hafsa Günhan

Ailenin Yeni Üyesi
00:00
00:00