Anne Babalar Buraya

BİR KEDİ DUYDUM SANKİ!

Hafta sonu geldiğinde, genellikle gezmelere gideriz. Yani annem öyle der: "Gezmelere gidelim mi bugün?" diye sorar bize.

Aslında bu bir soru değildir.

Soru neden sorulur: Cevabını öğrenmek için tabii ki!

İnsan, cevabını bildiği bir soruyu sorar mı hiç peki? Nerede görülmüş bizim bu soruya hayır dediğimiz?

Ben önceleri annemin bu sorusunu anlamazdım. Daha doğrusu, yanlış anlardım.

(Yanlış anladığımda da anlamış oluyorum aslında değil mi? Yani, yanlış da olsa anlıyorum ama… Aman! Bu sefer de saçım değil, kafam karıştı! Neyse… Bu konuyu sonra düşünürüm.)

Annem bize, "Gezmelere gidelim mi?" diye sorduğunda, adı "Gezme" olan birine gideceğimizi sanırdım eskiden. Hani deriz ya, "Ahmetlere gidelim…" ya da "Ayşeler nerede oturuyor?" diye... İşte, annem "Gezmeler" dediğinde de ben, adı "Gezme" olan birine gideceğimizi sanıyordum.

Hatta bir keresinde, anneme sormuştum:

-Anneciğim, kim bu "Gezme"? Neden hep biz onlara gidiyoruz ki hem? Biraz da onlar bize gelsin, ne olur yani!

İşte şimdi yine gezmelere gidiyorduk! Sahile inecek, yine oradaki martılara simit atacaktık…

Önce numaradan üzülüyor gibi yapsa da bu işe en çok sevinen Mine olmuştu. Kendisi de bir martı olduğu için, arkadaşlarını görmeyi ve simitleri onlarla paylaşmayı çok istiyordu! Hepimiz hazırlanmaya başlamış, yola çıkmak için sabırsızlanıyorduk.

Mine rengârenk çoraplarını giyerken, yanına gidip sordum:

-Mine… Sen bizimle birlikte, yani arabayla gelmeyeceksin değil mi canım kardeşim?

Benim bu sorum karşısında, Mine oldukça şaşırmış görünüyordu. Bir taraftan çoraplarını giyerken, bir taraftan da şaşkın şaşkın bakışlarla cevap vermeye çalışıyordu bu soruma:

-Neden arabayla gelemeyeyim ki Mete abi? Sahile kadar yürüyecek halim yok ya… Hem de tek başıma!

Kendimi tutmaya çalışsam da pek becerememiştim. Mine'ye karşılık verirken cümlemin sonunda patlatıverdim kahkahayı:

-Yok canım… Sen martısın ya hani, belki uçarak gelmek istersin diye düşündüm de! Ha ha ha!

Mine şimdi kaşlarını çatmış, sinirle bakıyordu bana. Ben de hemen oradan uzaklaşıp mutfağa doğru gittim. Kızgın bir martıyla baş başa kalmak pek de iyi olmayabilirdi!

Annem de bu sırada mutfakta, martılara atacağımız simitleri poşete koyuyordu.

-Haydi Meteciğim, sen de masanın üzerine dökülen şu kırıntıları al bakalım…

Her yemekten, özellikle de simitli pazar kahvaltılarından sonra böyle yaparız: Yemek masasının üzerine dökülen ekmek ve simit kırıntılarını toplar, mutfak penceresinin önüne koyarız. Böylelikle penceremize konan kuşlar, bu kırıntıları afiyetle yerler ve karınları doyururlar. Hem kırıntılar çöpe gitmez, hem de kuşlara yemek çıkmış olur.

Masanın üzerinden avucuma topladığım kırıntıları da bir güzel pencerenin önüne koymuştum işte. Annem de simitleri hazır ettiğine göre artık çıkma vaktimiz gelmişti…

Apartmanın dış kapısından bahçeye yeni çıkmıştık. Daha arabamıza doğru yürürken, Mine yine her zamanki gibi başladı mız mız mız bağırmaya:

-Ön koltuğa ben oturacağım! Bana ne! Bana ne!

Ne zaman arabayla bir yere gidecek olsak, minik martımız Mine hep böyle yapıyor. Hiç anlamıyorum onun bu ısrarını. Ne var ki bu ön koltukta? Ön tarafa oturunca ne oluyor ki yani?

Bence arabaların arka koltukları daha eğlenceli. Geniş geniş oturabiliyorsunuz. Hatta isterseniz, tabii koltuk da müsaitse, yan gelip yatabilirsiniz bile arka koltuğa! Daha ne olsun!

Mine yine her zaman ki gibi "Ön koltuk!" diye tutturmuş, neredeyse ağlayacaktı. Tam o sırada, bir kedi miyavlaması duydum ben de. Çok ince ve çok acıklı bir miyavlama sesiydi bu.

Etrafıma baktım, ama görünürde hiç kedi yoktu. Yoksa ben mi yanlış duymuştum? Başka bir yerden gelen, bambaşka bir ses miydi yoksa bu duyduğum? Ben mi kedi miyavlaması sanmıştım?

-Anne, baba… Siz de duydunuz mu benim duyduğumu?

Ben böyle deyince, Mine de bir an sustu. Şimdi hepimiz birden sessizleşmiştik. Tüm dikkatimizi kulaklarımızda toplamış, etrafı dinlemeye başlamıştık.

Sonrasında, yeniden duyuldu miyavlama sesi.

-Kedi! Kedi miyavlıyor! Nerede acaba?

Kedinin miyavlamasını duyunca, Mine her şeyi unutmuştu. Sanki az önce mızırdanıp duran kendisi değildi. Ne de çabuk değişiyor bu çocuğun duyguları! Bakın hele şuna: Şimdi de bir dedektif gibi etrafı incelemeye başlamıştı!

Demek ki yanlış duymamıştım. Hem Mine hem de annem ve babam kedinin sesini duymuşlardı. Ama annem de babam da pek meraklanmış gibi durmuyorlardı.

-Haydi çocuklar, binin artık bakalım arabaya. Yoksa bütün gün kedi mi arayacağız?

Mine hâlâ etrafı incelerken, ben de babamın sorusuna cevap yetiştirdim:

-Ama duymadın mı baba? Buralarda bir kedi olmalı…

Babam, gülümseyerek saçlarımı okşadı.

-Duydum oğlum ben de miyavlama sesini… Ama olabilir, sokaklar hep kedi dolu sonuçta. Kim bilir nereden geldi ses de…

İşte tam o an, yine acı acı miyavlamıştı bizim görünmeyen kedi!

-Doğru söylüyorsun babacığım, ama bu kedi sanki yardım ister gibi miyavlıyor. Bize ihtiyacı olmalı…

Ben böyle deyince, annem de hak vermiş olacak ki bana, babamın koluna girdi.

-Mete haklı galiba Yılmaz. Bak, ne kadar da acıklı miyavlıyor kedicik. Belki de bir yerlere sıkışıp kaldı garip. Haydi, biz de arayalım da bulalım, kurtaralım onu…

Biz arabanın yanında dikilmiş babamı ikna etmeye çalışırken, Mine'nin çığlıklarıyla irkiliverdik:

-Bulduuuuum! Bulduuuuum!

Mine, hemen bizim arabamızın karşı tarafına park etmiş kırmızı arabanın önündeydi. Bir taraftan çığlıklar atıyor, diğer taraftan da sevinçle zıplıyordu.

Zıplıyordu ama…

Kedi hâlâ görünürlerde yoktu.

Nerede ki bu kedi?

Gel pisi pisi…🐱

🖋Yazar: Doğukan İşler

🎨Çizer: Zeynep Hafsa Günhan

Bir Kedi Duydum Sanki!
00:00
00:00