Anne Babalar Buraya

ÇOCUKLARA ÖLÜMÜ NASIL ANLATALIM?

Çocuklara ölümü anlatmak, onların 'diline ve dünyasına göreliğe' dair hassasiyet gösterilmesi gereken en önemli konulardan bir tanesi.

Aslında çocuklara ölümü nasıl anlattığımızla ilgili başlıca etken ölümü nasıl algıladığımız: Ölüme bakış açımız nasıl, kayıplarımızda yas tutma sürecimizi nasıl yaşıyoruz?

Ebeveynler, çocuğun bağ kurduğu birinin (hayvan da olabilir) vefatında, bu durumu ondan saklama, anlatmayı erteleme, 'aman üzülmesin' gibi bir tutumda olma hatasını yapabiliyorlar.

Yazımızda, 'Peki bu anne- babalar ne yapsın?' diyenlere birkaç başlıkta yardımcı olmaya çalışacağız.

1) KENDİ YAS SÜRECİNİZ

İlk ele aldığımız başlık ebeveynin yas süreci. Çünkü birçok durumda olduğu gibi çocuğun ölüm algısını da etkileyen bu süreç. Yas tutmak bir kayıpta olumsuz duygularımızla temas edebilmek, kaybın getirdiği acı ve ızdırap gibi zor duygularımızla yüzleşebilmek demektir. Bu süreci sadece birinin ölümü sonrasında değil; ayrılık, gerçekleşmeyen bir beklenti, iş kaybı gibi durumlar sonrası da yaşayabiliriz. İnancımız ve kültürümüz de bu süreci şekillendirir. Fizyolojik tepkilerden duyguları yaşama süreçlerine kadar aklımıza gelebilecek başlıca fonksiyonlarımızın yönetici işlevini yerine getiren beynimizin, kaybın gerçekliğini sindirmek için yas tutmaya ihtiyacı vardır. Dolu dolu yaşayabilmek, zihnimizle ve bedenimizle bir bütün olarak sağlıklı olabilmek için yas tutmak, psikoloji literatüründe de ilk kaynaklardan bu yana altı çizildiği gibi, hayatımızın vazgeçilmez bir sürecidir. Maalesef 'mutlu et kendini, olumlu düşün' gibi sloganlarla sıkça işgal edildiğimiz günümüzde ölüm, yas tutma, kaybı kabullenme gibi önemli konularda derinleşmekten uzak kalabilmekteyiz. Yazımızın da vesile olması temennisiyle, ebeveynlerin hayatın kaçınılmaması gereken bir gerçeği olan ölüm algılarını gözden geçirmesi, sadece ölüm değil başka kayıplarla ilgili de yas tutmayı anlamaları önem arz ediyor.

Ölüm temasına kitaplarında sıkça rastladığımız bilge psikoterapist Irvin Yalom der ki: "Ölüm korkusu ile yaşanmamış bir hayat hissi arasında pozitif ilişki vardır".

2) NASIL ANLATALIM?

Çocuklara ölümü anlatmayı 'olduğu zaman düşünürüz' açısından ele almamak elzem. Bu minvalde, artık çocuklarınızla daha sık kitap okuduğunuzu da varsayarak 😊, bu konuda da imdadımıza çocuk kitaplarının yetişebileceğinin altını çizmek isterim. Öncelikle duyguların tanınmasına ve ifade edilmesine dair kitaplar bir kayıp sonrası kendini ifade etmesi için de çocuğu hazırlayacaktır. Beraberinde yası getiren başka kayıpları (boşanma, taşınma vs) anlatan kitaplar da kıymetli bir arkadaş olacaktır. Ölüm özelinde ise, yaşam döngüsünü (canlılar doğar, büyür ve ölürler) anlatan şahane kitaplardan faydalanılabilir. Onun dışında günlük hayatta bitkiler ve hayvanlar üzerinden de basitçe ölüm gündeme getirilebilir (sonbahar geldi, yaprak döküldü, artık yaşamıyor veya hayvanlar üzerinden) gibi. Bunu yaptığımızda, vakti gelince çocuğa ölümü onun dilinden anlatırken örnekler vermemiz kolaylaşacaktır.

Çocuklara ölümü basitçe, kısa ve somut örneklerle anlatmak önemli. Uzun uzun açıklamalara girişmek yersiz olur. 'Öldü' sözcüğünü ise rahatlıkla kullanabiliriz. 'Uzağa gitti', 'seyahate çıktı', 'uyudu', 'Allah onu yanına aldı' dediğimiz zaman çocuğun kabullenmesini zorlaştırabilir ve onda bazı korkuların (uyumaktan korkma gibi) oluşmasına, öfkenin tetiklenmesine (niye uzağa gitti ve gelmiyor?! Niye Allah onu yanına aldı?!) sebep olabiliriz. Tabii bu anlatımda yaş da önemli bir kriter. Özellikle 7 yaşından önce çocuklar ölümün geri dönülemez bir gerçek olduğunu idrak edemiyorlar. Dolayısıyla gelişim dönemlerine göre de bir anlatımı seçmek elzem.

Ölümün çocukla ilgili olmadığını vurgulamak önemli. Yine yası ele alabileceğimiz bir başka önemli durum olan boşanma süreçlerinde de bu vurgu önemlidir. Çocuk kendi dünyasında ölen kişinin kendisini bilerek terk etmediğini algılamış, bu durumun kendisiyle bağlantılı olmadığını güvenilir birinden duyarak rahatlamış olur.

Bir diğer önemli nokta çocukla paylaşımda bulunurken ebeveynin duygularını samimiyetle ifade etmesi ile çocuğu dert ortağı yapmaması arasındaki çizgidir: Çocuğa sarılıp ağlamak vs onun ve ebeveynin henüz duygularını sindirmemiş olduğu ilk süreçte doğru olmayabilir.

Bilmediğimiz konularda ise ('orada şu an ne yapıyor?' gibi) samimiyetle 'bilmiyorum' ya da 'Bilmiyorum: Doğarız, yaşarız ve ölürüz" diyebiliriz.

3) İNANÇ VE DEĞERLER

Ölümü inancımız üzerinden de ele almak isteyebiliriz. Burada dikkat edeceğimiz nokta, soyut kavramlarla yapılan açıklamaların, özellikle yeni bir kayıp sonrası, kafa karıştırabileceği olmalıdır. Eğer çocuk, daha küçük yaştaysa (özellikle 7 yaş altı), kendisinin sorduğu sorulara göre dini temalı cevapları devreye sokmak önerilir. Cevap vermeye 'bu konuda sen ne biliyorsun?' diyerek başlanabilir.

Ölüm sonrası, çocuğun kabullenme açısından ritüellere katılması (mevlüt, mezarlık ziyareti gibi) olumlu bir durumdur ancak uzak durmak isteyebilir ya da korkabilirler. Özellikle 10 yaşından önce.

4) GEL ANNECİM YAS TUTACAĞIZ

Çocuklar kayba bağırarak, ağlayarak vb şekilde; gördüğünüz zaman sizin de etkileneceğiniz tepkiler verebilirler. Bu durumda mümkün olduğunca duygularını yaşamasına izin vermek gerekir. Bununla beraber bir süre herhangi bir tepki vermeyebilir, donuk olabilirler. Kaybı yaşanan kişiyi çeşitli yerlerde arayabilir, evin odalarına vs bakmak isteyebilirler. Bu durumda da onları, bir farkındalık yaşamaları için zorlamamak gerekir. Belki oyun yoluyla ve sorular sorarak zaman içinde, en önemlisi de kaybının yasını tutan yetişkinleri gördükçe ve onlarla konuşurken duygularına dair samimi cevaplar aldıkça kendi yasını da tutacaktır.

Çocuklar ölüm gerçeğini sindirmek için bunu oyun yoluyla ifade edebilir. Yetişkinler, onların liderliğine izin vererek oynayacakları 'ölüm' temalı oyunlara katılabilirler.

Çocuklar 11-12 yaşından sonra ölümü yetişkinler gibi algılarlar. Dolayısıyla tepkileri yetişkinler gibi olabilir. Bu dönemde eğer kaybı hakkında konuşmak istemiyor, yalnız kalmak istiyorlarsa buna müsaade etmek önerilir.

Altı çizilebilecek bir diğer önemli konu ise rutin hayatın sürdürülmesidir. Mümkün olduğunca kayıp öncesi yaşam düzeninin devam ettirilmesi önemlidir.

5) ÇOCUKTAKİ DEĞİŞİMLERE DUYARLI OLMAK

Çocuklarda ölüm sonrası kabus, ebeveyne yapışma, ölüm korkusu, okula gitmek istememe, ders başarısında düşüş, tuvaletini yapma veya konuşma gibi gelişim dönemi özelliklerinde gerileme görülebilir. Ayrıca ölüm sonrası uzun süre konuyla ilgili konuşmak istememe, hissizlik de dikkate alınması gereken bir durumdur ve "demek ki hiçbir sorun yok" şeklinde üstü örtülmemelidir.

Ayrıca ergenlerde riskli davranışlar ve öfke patlamaları görülebilir. Ergenlerde, ölümü yetişkinler gibi algılasalar da çocukça tepkiler olabilir.

Bahsi geçen bu süreçler dikkate alınarak, özellikle altı aydan sonra devam eden durumlarda, profesyonel destek almak gerekebilir.

6) ANILAR HAKKINDA KONUŞMAK

Anılar hakkında konuşulan çocuğun ölüm gerçeğini sindirmesi kolaylaşır. Başta bunun acı verebileceği ve çocuğun bundan kaçınmak isteyebileceği unutulmamalıdır. Bu durumda çocuk zorlanmayarak kendini daha hazır hissetmesi beklenebilir. Bununla beraber çocuğun zorlanması da yas sürecinin bir parçasıdır. Anılar çocuğa 'ölen kişiyle sevgi bağının ve ona dair güzel hislerin devam edebileceği' mesajını verir. Çocuk, ölen kişinin yokluğunun kendisiyle ilgili olmadığını daha iyi anlar. Bu minvalde dua etmek, fotoğraflara bakmak, ölen kişi adına bağış yapmak, ölen kişiye mektup yazmak gibi eylemlere yer verilebilir. Anılardan konuşurken çocukla beraber geleceğe dair güzel konuşmalar, planlar yapılabilir.

7) ÇOCUĞA AKTARIM YAPMAK HAKKINDA

Şimdiye kadarki tüm yazılarımda vurguladığım gibi ebeveyn çocuk arasındaki bağ doğruların ve yanlışların ötesinde bir biricikliği taşır. Yas başlığı ise komplike ve hassas olması açısından belki de en kendine özgü süreçtir.

Özellikle evdeki birinin kaybında çocuğa bilinçdışı bir aktarım yapmak yani çocuğu ebevenynleştirmek söz konusu olabilir. Bunun yansımasını kişiye özgü, farklı şekillerde görebiliriz ancak sıkça gördüğümüz bir durum üzerinden somutlaştıracak olursak az önce de bahsi geçtiği üzere, 'çocuğu dert ortağı yapmak' örnek verilebilir. Daha önce söylediğimiz gibi ebeveynin kayba dair duygularını çocukla da samimi olarak paylaşması ('ağlıyorum çünkü onu çok seviyordum, ölmesine üzüldüm' gibi) önemlidir ancak çocuğun ani duygu patlamalarına ya da ölüme dair uzun ve yoğun duygu içerikli konuşmalara şahit olması önerilmez. Bu durum, 'aktarım yapma' başlığı özelinde, ebeveynin özellikle evdeki birinin kaybında bitmemiş işlerini çocuk üzerinden tamamlamasına işaret edebilir.

Bunun dışında özellikle ergenlik döneminde çocuğu olan ebeveynler çocuklarına sözlü ya da sözsüz (!) 'sen bu evin annesisin/babasısın' mesajı verebilirler. Bu durumda, kayıp duygusunun yarattığı boşluk çocuğa yüklenmiş olur ki bunun çocukta zararlı etkileri görülebilir.

Konuyla ilgili Kemal Sayar, Vamık Volkan ve Timur Harzadın hocalarımızı takip etmenizi öneriyorum. Ayrıca bilgilerini ve deneyimlerini cömertçe paylaşan psikolog Hülya Doğan hocama teşekkür ediyorum.

Dilerim, hayatın kaçınılmazı olan yas tutmanın büyüttüğü insanlardan olabiliriz.

🖌Klinik Psikolog Sena Kübra Çataloğlu